9 Aralık 2018 Pazar

Antakya - 2018

Herkese uzunn bir aradan sonra merhaba,

Geçtiğimiz hafta sonu Antakya kısa bir seyahate çıktım. Bol gezmeli, bol tarihli, bol kültürlü ama en boll lezzetli bir gezi oldu :)
Belki gitmeyi düşünenler vardır diye bir de blogda yazı yazayım dedim. Hazırsanız başlıyoruz :)



Cumartesi sabahı 6:30 uçağı ile Hatay Havalimanına gitmeyi planlıyorduk ama Hatay'da sis olduğu için uçağımız 2 saat rötar yaptı :(
Uçağın rötar yapmasının tek güzel yanı artık güneş doğduğu için bulutların arasında fotoğraf çekebilmek oldu.
Not 1: Biz ulaşım için Hatay havalimanı'ndan araba kiralamayı tercih ettik.


Rötarlı bir uçuştan sonra tabii ki çok acıkmıştık ve hemen Antakya Kahvaltı Evi'ne gittik. Gitmaden önce yaptığım araştırmada çoğu kişi kahvaltı için burayı tavsiye etmişti. Bu arada Sultan Sofrası ve Antakya Kahvaltı Evi aynı yer arkadaşlar internetteki bilgiler yanıltmasın sizi :)

İnternette şubelerinin de olduğunu okumuştum ama biz Habib-i Neccar Camii'nin karşısındakine gittik.






*Çok acıktığım için kahvaltının fotoğrafını çekmemişim. Bu fotoğrafı Sultan Sofrası'nın instagram hesabından aldım. Bize gelen de bununla aynıydı zaten :)

Yöresel lezzetleri tatmak istiyorsanız Antakya Kahvaltı Evi iyi bir tercih olabilir. Benim favorim Hatay'ın meşhur kırma zeytini ile yapılan zeytin salatası oldu. Yine Hatay'ın meşhurlarından olan sülk (küflü peynir), biberli ekmek, humus vb. burada deneyebileceklerinizden.

Not 2: Ben Hataya 1 Aralık tarihinde gittim. Gittiğimizde hava İstanbul'a kıyasla daha sıcaktı. Gezmek kolay olsun diye bot yerine spor ayakkabı tercih etmiştim ve üşümedim. Ama sakın montsuz gitmeyin ceket yeterli olmayacaktır.


Antakya Kahvaltı Evi bir konak şeklinde. İçeride 2 oda bulunuyor. Avlusunda da masalar bulunuyor. Biz hava çok soğuk olmadığı için avluda oturmayı tercih ettik. Avludaki portakal ağacı o kadar güzel ki her gelen çektiği fotoğrafa arka fon olarak mutlaka bu ağacı kullanıyor tabii ki ben de eksik kalmadım :)


Kahvaltıdan sonra ilk durağımız Antakya Kahvaltı Evi'nin tam karşısında kalan Habib-i Neccar Camii oldu. Habib-i Neccar Camii'nin şöyle bir özelliği varmış ki şu anki Türküye sınırları içerisinde yapılan ilk camii olduğu kabul ediliyormuş. Neccar marangoz demekmiş ve camii adını MS. 40'lı yıllarda yaşayan Habib-i Neccar'dan almaktaymış. Hz. İsa'nın havarileri Antakya'ya gelip dini anlatmaya başladıklarında onlara ilk inanan ve pagan inanışından vazgeçen Antakya'lı Habib-i Neccar hakkında Yasin Suresi'nde bahsedilmekteymiş.


Bildiğiniz üzere Antakya medeniyetler şehri olarak biliniyor. Anadolu'daki ilk camiiden sonra hristiyan kelimesinin ilk kullanıldığı yer olduğu kabul edilen Hristiyan inancının ilk kilisesi olan ve papalık tarafından hac yeri ilan edilen St. Pierre Kilisesi'ne gittik. Açıkçası kilise benim için biraz hayal kırıklığı oldu. Beklediğim tam olarak neydi bilmiyorum ama kesinlikle bu değildi. Mağaranın arka kısmına geçiş kapatılmış ve yasak şu anda ama bundan 10-15 yıl önce açıkmış sanırım.


Kilise'den sonraki durağımız Hatay Arkeoloji Müzesi oldu. İnternette Hatay yazdığınız anda ilk çıkan fotoğraflar bu müzedeki eserler aslında.

                           

Hatay tarihi açıdan çok zengin bir bölge ve tarih boyunca sürekli yerleşim yeri olmuş. Yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan eserlerin sergilendiği müze oldukça güzel dizayn edilmiş. Eğer müze gezmeyi seven biri iseniz çok keyif alırsınız. Mozaik eserleri gerçekten çok güzel.


Müzede benim favorim ise lahitlerin olduğu bölüm oldu. Bu nasıl bir işçilik,, bu nasıl bir şey? İnsan gerçekten hayret ediyor :)
Müzeden sonra aslında planımız Samandağ tarafına gidip Titus Tüneli ve Beşikli Mağara'ya gitmekti ama 2 saatlik rötar nedeniyle oraya gidemedik. Uzun çarşı ve çevresinde çoğu yer saat 19:00 gibi kapandığı için ve zamanımız kısıtlı olduğu için oraları görmeyi bir sonraki sefere bırakmak zorunda kaldık vee üstüne bir kahve içelim dedik ve Tarihi Affan Kahvesi'ne yol aldık :)



Kapıdan içeri girdiğinizde burası bildiğin kıraathane diyeceksiniz ama merak etmeyin arka bölümde 'Aile Çay Bahçesi' bulunuyor.


Ben kahve söyledim ve gelen kahve fotoğraftaki gibi çay bardağında :) Gitmeden önce yorumlarda okuduğum için ben çok şaşırmadım ama pek bir anlam da veremedim. Buranın usulü buymuş diyip içtim.



Bir de Affan Kahvesi'nde meşhur haytalı tatlısını denedik. En alta su muhallebisi üstünde gül suyu en üstte de dondurmadan oluşuyor. Çok lezzetli bir şey olduğunu söyleyemem ama kötü de değil denenebilir. 





Affan Kahvesi'nden sonraki durağımız Antakya'nın meşhur Uzun Çarşısı oldu. Burası da hiç hayal ettiğim gibi bir yer değildi açıkçası. Ben yöresel şeylerden oluşan Kapalı Çarşı gibi bir yer bekliyordum. Ama burası daha çok Mahmutpaşa'ya benziyor :) Aklınıza gelebilecek her şeyin çakması bulunuyor.
Yöresel diyebileceğimiz sadece künefe üretimi ve satışı yapan dükkanlar sanırım. Künefe yapımının nasıl olduğunu izleyebilirsiniz oldukça ilginç ve eğlenceliydi.



Vee sıra geldi akşam yemeğine. Antakya'ya gitmeden önce yaptığım araştırmada bulduğum ve Vedat Milor geldikten sonra ünlenen Uzun Çarşı içindeki Pöç Kasabı'na gidiyoruz. Burada siparişinizi veriyorsunuz, hazırlanıyor ve pişirilmeye taş fırına gönderiliyor. 15 dk içerisinde hazır oldu siparişimiz. Buranın en meşhurları lahmacun, tepsi kebabı ve kağıt kebabıymış. Bizde denemek için öncen birer lahmacun sonra da kebaplardan sipariş verdik. Normalde koyun eti sevmeyen biriyim. Kokar ve ağır gelir ama burada (her ne kadar hayvansal yağ açısından zengin olsa da :) ) hiç rahatsız etmedi. Her şey gerçekten çok lezzetliydi.


Pöç Kasabı'nı Vedat Milor'dan sonra ben de onayladım :) Antakya'ya yolunuz düşerse bence bir uğrayın.



Hatay'da akşam yemeği sonrası künefesiz olur mu? Tabii ki olmaz dedik ve yine Uzun Çarşı içindeki Çınaraltı Künefeci Yusuf Usta'nın Yeri'ne gittik. Gittiğimizde hava kararmıştı o yüzden künefenin porsiyon fotoğrafını çekmemişim ama tepsideki hali yukarıdaki gibi.
Közde künefe gerçekten şimdiye kadar yediğim en lezzetli künefeydi. Çokkk beğendim yorumlarda beğenildiği kadar varmış. Künefeciye adını veren çınaraltı da çok güzel. Fırsatınız olursa gün ışında gitmenizi tavsiye ederim.


Yorucu bir günden sonra konaklamak için tercihimiz Jasmin Konak Otel oldu. Çok tatlı bir bahçesi olan otelimizden memnun kaldık. Antakya'da saat 19:00'dan sona sokakta hayat bitiyor diyebiliriz. Gece eğlenmek istiyorsanız otel seçimi yaparken buna dikkat etmelisiniz.



Otelin bahçesi ve odalara çıkan alanlar adeta bir evin salonu gibi :) Sabah kahvaltısında da Antakya Kahvaltı Evi'ni aratmayacak kadar başarılılardı. Odalar biraz küçük ama bir gece kaldığımız için sorun olmadı.
Gitmeden önce fotoğraflarda Katolik Kilisesi'nin çanı ile camii minaresinin anı karede olduğu Hatay'ın kültürel çeşitliliğine dikkat çeken meşhur fotoğrafları görmüştüm ben de çekmek istiyordum ama pazar günü olduğu için kilisede ayin varmış ve saat 15:00'den önce ziyaretçi kabul edilmiyormuş. 


Eski Antakya sokaklarında yürüyüşe çıkmayı unutmayın...



Otelde kahvaltıdan sonra biraz etrafta yürüyelim diyip eski Antakya sokaklarını gezip Ulu Camii'ye geldik. 16. yy. dan kalma camiiyi ziyaret ettik.


Yürüyüşümüzü dizilere isim veren Asi Nehri kenarında son verip Antakya'dan ayrılıyoruz.

Not 3: Bizim gittiğimiz bölge eski Antakya bölgesiydi ve son zamanlarda aldığı göçten dolayı açıkçası biraz bozulduğunu düşünüyorum. Gitmeyi düşünüyorsanız bunu da aklınızda bulundurmanızı tavsiye ederim.


Antakya'dan ayrıldıktan sonra bir çok arkadaşımın ısrarı ile planda olmayan bir şekilde İskenderun'a geçtik ve Petek Pastanesi'ne künefe yemeye gittik :)
Künefe denilince akla ilk gelen yer Petek. Oldukça da lezzetliydi ama bence Yusuf Usta bir tık daha iyiydi :)
İskenderun sahilinde kısa bir yürüyüş yapıp Gaziantep'e gitmek üzere yola çıktık. En yakın zamanda Gaziantep yazısını da ekliyor olacağım. Şimdilik hoşça kalın :)