9 Aralık 2018 Pazar

Antakya - 2018

Herkese uzunn bir aradan sonra merhaba,

Geçtiğimiz hafta sonu Antakya kısa bir seyahate çıktım. Bol gezmeli, bol tarihli, bol kültürlü ama en boll lezzetli bir gezi oldu :)
Belki gitmeyi düşünenler vardır diye bir de blogda yazı yazayım dedim. Hazırsanız başlıyoruz :)



Cumartesi sabahı 6:30 uçağı ile Hatay Havalimanına gitmeyi planlıyorduk ama Hatay'da sis olduğu için uçağımız 2 saat rötar yaptı :(
Uçağın rötar yapmasının tek güzel yanı artık güneş doğduğu için bulutların arasında fotoğraf çekebilmek oldu.
Not 1: Biz ulaşım için Hatay havalimanı'ndan araba kiralamayı tercih ettik.


Rötarlı bir uçuştan sonra tabii ki çok acıkmıştık ve hemen Antakya Kahvaltı Evi'ne gittik. Gitmaden önce yaptığım araştırmada çoğu kişi kahvaltı için burayı tavsiye etmişti. Bu arada Sultan Sofrası ve Antakya Kahvaltı Evi aynı yer arkadaşlar internetteki bilgiler yanıltmasın sizi :)

İnternette şubelerinin de olduğunu okumuştum ama biz Habib-i Neccar Camii'nin karşısındakine gittik.






*Çok acıktığım için kahvaltının fotoğrafını çekmemişim. Bu fotoğrafı Sultan Sofrası'nın instagram hesabından aldım. Bize gelen de bununla aynıydı zaten :)

Yöresel lezzetleri tatmak istiyorsanız Antakya Kahvaltı Evi iyi bir tercih olabilir. Benim favorim Hatay'ın meşhur kırma zeytini ile yapılan zeytin salatası oldu. Yine Hatay'ın meşhurlarından olan sülk (küflü peynir), biberli ekmek, humus vb. burada deneyebileceklerinizden.

Not 2: Ben Hataya 1 Aralık tarihinde gittim. Gittiğimizde hava İstanbul'a kıyasla daha sıcaktı. Gezmek kolay olsun diye bot yerine spor ayakkabı tercih etmiştim ve üşümedim. Ama sakın montsuz gitmeyin ceket yeterli olmayacaktır.


Antakya Kahvaltı Evi bir konak şeklinde. İçeride 2 oda bulunuyor. Avlusunda da masalar bulunuyor. Biz hava çok soğuk olmadığı için avluda oturmayı tercih ettik. Avludaki portakal ağacı o kadar güzel ki her gelen çektiği fotoğrafa arka fon olarak mutlaka bu ağacı kullanıyor tabii ki ben de eksik kalmadım :)


Kahvaltıdan sonra ilk durağımız Antakya Kahvaltı Evi'nin tam karşısında kalan Habib-i Neccar Camii oldu. Habib-i Neccar Camii'nin şöyle bir özelliği varmış ki şu anki Türküye sınırları içerisinde yapılan ilk camii olduğu kabul ediliyormuş. Neccar marangoz demekmiş ve camii adını MS. 40'lı yıllarda yaşayan Habib-i Neccar'dan almaktaymış. Hz. İsa'nın havarileri Antakya'ya gelip dini anlatmaya başladıklarında onlara ilk inanan ve pagan inanışından vazgeçen Antakya'lı Habib-i Neccar hakkında Yasin Suresi'nde bahsedilmekteymiş.


Bildiğiniz üzere Antakya medeniyetler şehri olarak biliniyor. Anadolu'daki ilk camiiden sonra hristiyan kelimesinin ilk kullanıldığı yer olduğu kabul edilen Hristiyan inancının ilk kilisesi olan ve papalık tarafından hac yeri ilan edilen St. Pierre Kilisesi'ne gittik. Açıkçası kilise benim için biraz hayal kırıklığı oldu. Beklediğim tam olarak neydi bilmiyorum ama kesinlikle bu değildi. Mağaranın arka kısmına geçiş kapatılmış ve yasak şu anda ama bundan 10-15 yıl önce açıkmış sanırım.


Kilise'den sonraki durağımız Hatay Arkeoloji Müzesi oldu. İnternette Hatay yazdığınız anda ilk çıkan fotoğraflar bu müzedeki eserler aslında.

                           

Hatay tarihi açıdan çok zengin bir bölge ve tarih boyunca sürekli yerleşim yeri olmuş. Yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan eserlerin sergilendiği müze oldukça güzel dizayn edilmiş. Eğer müze gezmeyi seven biri iseniz çok keyif alırsınız. Mozaik eserleri gerçekten çok güzel.


Müzede benim favorim ise lahitlerin olduğu bölüm oldu. Bu nasıl bir işçilik,, bu nasıl bir şey? İnsan gerçekten hayret ediyor :)
Müzeden sonra aslında planımız Samandağ tarafına gidip Titus Tüneli ve Beşikli Mağara'ya gitmekti ama 2 saatlik rötar nedeniyle oraya gidemedik. Uzun çarşı ve çevresinde çoğu yer saat 19:00 gibi kapandığı için ve zamanımız kısıtlı olduğu için oraları görmeyi bir sonraki sefere bırakmak zorunda kaldık vee üstüne bir kahve içelim dedik ve Tarihi Affan Kahvesi'ne yol aldık :)



Kapıdan içeri girdiğinizde burası bildiğin kıraathane diyeceksiniz ama merak etmeyin arka bölümde 'Aile Çay Bahçesi' bulunuyor.


Ben kahve söyledim ve gelen kahve fotoğraftaki gibi çay bardağında :) Gitmeden önce yorumlarda okuduğum için ben çok şaşırmadım ama pek bir anlam da veremedim. Buranın usulü buymuş diyip içtim.



Bir de Affan Kahvesi'nde meşhur haytalı tatlısını denedik. En alta su muhallebisi üstünde gül suyu en üstte de dondurmadan oluşuyor. Çok lezzetli bir şey olduğunu söyleyemem ama kötü de değil denenebilir. 





Affan Kahvesi'nden sonraki durağımız Antakya'nın meşhur Uzun Çarşısı oldu. Burası da hiç hayal ettiğim gibi bir yer değildi açıkçası. Ben yöresel şeylerden oluşan Kapalı Çarşı gibi bir yer bekliyordum. Ama burası daha çok Mahmutpaşa'ya benziyor :) Aklınıza gelebilecek her şeyin çakması bulunuyor.
Yöresel diyebileceğimiz sadece künefe üretimi ve satışı yapan dükkanlar sanırım. Künefe yapımının nasıl olduğunu izleyebilirsiniz oldukça ilginç ve eğlenceliydi.



Vee sıra geldi akşam yemeğine. Antakya'ya gitmeden önce yaptığım araştırmada bulduğum ve Vedat Milor geldikten sonra ünlenen Uzun Çarşı içindeki Pöç Kasabı'na gidiyoruz. Burada siparişinizi veriyorsunuz, hazırlanıyor ve pişirilmeye taş fırına gönderiliyor. 15 dk içerisinde hazır oldu siparişimiz. Buranın en meşhurları lahmacun, tepsi kebabı ve kağıt kebabıymış. Bizde denemek için öncen birer lahmacun sonra da kebaplardan sipariş verdik. Normalde koyun eti sevmeyen biriyim. Kokar ve ağır gelir ama burada (her ne kadar hayvansal yağ açısından zengin olsa da :) ) hiç rahatsız etmedi. Her şey gerçekten çok lezzetliydi.


Pöç Kasabı'nı Vedat Milor'dan sonra ben de onayladım :) Antakya'ya yolunuz düşerse bence bir uğrayın.



Hatay'da akşam yemeği sonrası künefesiz olur mu? Tabii ki olmaz dedik ve yine Uzun Çarşı içindeki Çınaraltı Künefeci Yusuf Usta'nın Yeri'ne gittik. Gittiğimizde hava kararmıştı o yüzden künefenin porsiyon fotoğrafını çekmemişim ama tepsideki hali yukarıdaki gibi.
Közde künefe gerçekten şimdiye kadar yediğim en lezzetli künefeydi. Çokkk beğendim yorumlarda beğenildiği kadar varmış. Künefeciye adını veren çınaraltı da çok güzel. Fırsatınız olursa gün ışında gitmenizi tavsiye ederim.


Yorucu bir günden sonra konaklamak için tercihimiz Jasmin Konak Otel oldu. Çok tatlı bir bahçesi olan otelimizden memnun kaldık. Antakya'da saat 19:00'dan sona sokakta hayat bitiyor diyebiliriz. Gece eğlenmek istiyorsanız otel seçimi yaparken buna dikkat etmelisiniz.



Otelin bahçesi ve odalara çıkan alanlar adeta bir evin salonu gibi :) Sabah kahvaltısında da Antakya Kahvaltı Evi'ni aratmayacak kadar başarılılardı. Odalar biraz küçük ama bir gece kaldığımız için sorun olmadı.
Gitmeden önce fotoğraflarda Katolik Kilisesi'nin çanı ile camii minaresinin anı karede olduğu Hatay'ın kültürel çeşitliliğine dikkat çeken meşhur fotoğrafları görmüştüm ben de çekmek istiyordum ama pazar günü olduğu için kilisede ayin varmış ve saat 15:00'den önce ziyaretçi kabul edilmiyormuş. 


Eski Antakya sokaklarında yürüyüşe çıkmayı unutmayın...



Otelde kahvaltıdan sonra biraz etrafta yürüyelim diyip eski Antakya sokaklarını gezip Ulu Camii'ye geldik. 16. yy. dan kalma camiiyi ziyaret ettik.


Yürüyüşümüzü dizilere isim veren Asi Nehri kenarında son verip Antakya'dan ayrılıyoruz.

Not 3: Bizim gittiğimiz bölge eski Antakya bölgesiydi ve son zamanlarda aldığı göçten dolayı açıkçası biraz bozulduğunu düşünüyorum. Gitmeyi düşünüyorsanız bunu da aklınızda bulundurmanızı tavsiye ederim.


Antakya'dan ayrıldıktan sonra bir çok arkadaşımın ısrarı ile planda olmayan bir şekilde İskenderun'a geçtik ve Petek Pastanesi'ne künefe yemeye gittik :)
Künefe denilince akla ilk gelen yer Petek. Oldukça da lezzetliydi ama bence Yusuf Usta bir tık daha iyiydi :)
İskenderun sahilinde kısa bir yürüyüş yapıp Gaziantep'e gitmek üzere yola çıktık. En yakın zamanda Gaziantep yazısını da ekliyor olacağım. Şimdilik hoşça kalın :)









3 Ekim 2018 Çarşamba

Mekan Önerisi - Willy Wonka

Herkese merhaba,
Blog yazılarıma çooook uzun bir ara verdiğimin farkındayım ama yaşadığım sağlık sorunlarından sonra geri dönemem zor oldu araya yaz tatilinin girmesi falan derken bir baktım aylardır post eklememişim. 
Açıkçası yaz aylarında kitap okuma oranım düşüyor o yüzden gittiğim ve beğendiğim bir çikolatacıdan bahsettiğim bu postla dönmek istedim. Neyse ki havalar soğumaya başladı ve en sevdiğim mevsim olan sonbahar geldi. Kitaplarımızı ve çayımıza/kahvemize geri dönebiliriz. 
Daha önce yazdığım Naftalin Cafe yazısına da şuradan ulaşabilirsiniz.


Evett gelelim Willy Wonka'ya. Karaköy'deki bu çikolatacıyı ben ilk instagramda gördüm. Günümüzün reklam mecrası bildiğiniz üzere etkisi tartışılmaz. Charlie'nin Çikolata Fabrikası filminin hastası ve bir Jonny Depp hayranı olarak ismini görmem dikkatimi çekmesi için yeterli olmuştu.


İnstagramdan baktığımda en çok dönmedolap şeklindeki fondüyü ve uçan balon şeklindeki (uçan balonun yerinin bende ayrı olduğunu bilen bilir) tatlı servislerini gördüm. Vee en kısa sürede gidilip denenecek mekanlar listeme aldım. Karaköy'de arkadaşımla buluştuğum bir gün aklıma geldi ve gidelim dedik.


Ben Willy Wonka'ya 2 kere gittim ikisi de pazar günüydü. Birinde öğleden sonra yoğun olduğu bir saatte diğeri biraz daha erken sakin olduğu bir saatteydi. İkisinde de tercihim dönmedolap fondü oldu. Çünkü diğer tatlı porsiyonları biraz küçük göründüler gözüme 🙈
Dönmedolap fondüsü 2 kişilik ve yanlış hatırlamıyorsam 38 TL olmalı çay ise 3 TL. Sütlü, beyaz, bitter çikolata çilek, muz ve fotoğraftaki gibi bir tabakla gelmekte. Çikolata sever biri olarak tabiki bayıldım. Fiyatlarının ise Karaköy standartlarına göre makul olduğunu düşünüyorum.
Yolunuz Karaköy'e düşerse ve canınız tatlı çekerse bir şans verebilirsiniz :)
Willy Wonka konumuna şuradan ulaşabilirsiniz.

24 Şubat 2018 Cumartesi

Film Önerisi - Arif V 216

Herkese Merhaba,

Yaşadığım bazı sağlık sorunlarından dolayı uzun zamandır blogda bir şey paylaşamadığımı farkettim. Neler okuduğum neler izlediğimle ilgili bir post hazırlamayı düşünüyorum ama izleidğim ve herkes gibi benim de çok beğendiğim bir film olan Arif v 2016 vizyondan kalmadan önce yazmak istedim. Bu soğuk hafta sonunda ne yapsam diye düşünüyorsanız ve hala izlemediyseniz Arif v 216 filmini izlemenizi tavsiye ederim.


Cem Yılmaz'ı ve filmlerini çok sevdiğimden midir bilmem ama ben Arif v 216' yı çok beğendim. Hatta G.O.R.A. ve A.R.O.G filmlerinden bile güzeldi. Filmde bizi 1969 yılına götürüyorlar. Yaş olarak o dönemi yaşamamış olsam da kostümler, oyunculuklar, müzikler bence harikaydı zaten 90'lı yıllara da yaptıkları atıflarla filmi yakalıyorsunuz. Dönemin klasik film sahnelerine de ince dokundurmalar var. Çok keyifli bir 2 saat geçirdim.


Cem Yılmaz'ın filmlerinde birden fazla karakter canlandırmasına alışmıştık. Bu filmde giydiği Zeki Müren kostümlerine bayıldım :)


Film Arif v 216 olunca Ozan Güven'in şahane oyunculuğunu da doyasıya izleyebiliyorsunuz. 216 sahneleri çok başarılıydı. izlemeyenler için spoiler vermek istemiyorum o yüzden filmle ilgili yorumlarımı burada bitiriyorum.

Ben filmi çok beğendim sizlere de vizyondan kalkmadan izlemenizi tavsiye ederim.
Herkese iyi hafta sonları :)

24 Aralık 2017 Pazar

Mekan Önerisi - Cafe Naftalin K. Balat

Herkese Merhaba,

Bu sefer size bir mekan önerisi ile geldim. Son zamanda instagramın da etkisiyle popüler olan bir semt olan Balat'ta bulunan bir cafeden bahsedeceğim. Semr popülerleşince açılan cafe sayısı da artmış doğal olarak. Benim en beğendiğim yer ise Cafe Naftalin K. oldu. Konumu, dekorasyonu ve ilgili personeliyle keyifli vakit geçirebileceğiniz bir yer.  Ayrıca bir Balat yazısı da yazmak istiyorum umarım onu da en kısa zamanda yazabilirim.


Adından da anlayacağınız üzere son derece nostaljik temalı bir cafe. Masaların üzerindeki dantel örtüler, çocukluğunuzu hatırlatacak dekorlar, muhtemelen anneannenizin evinde olan fincanları ile benim çok hoşuma giden bir yer oldu.

Resim yazısı ekle

Menüleri ise ayrı bir hoşuma gitti. Kafka'nın Milena'ya Mektuplar'ından alıntısı çok hoş olmuş.


Türk kahvesi, sütlü kahve, damla sakızlı kahve gibi klasik kahvelerin yanında Mardin kahvesi, Süryani kahvesi, Kürt kahvesi gibi daha önce denemediğim kahveler de vardı. En çok tercih edilen Mardin kahvesiymiş biz de onu deneyelim dedik. Türk kahvesinden biraz daha yumuşak içimli bir kahve. İçerisinde en yoğun alınan tat kakule ve damla sakızı. Benim hoşuma gitti denemenizi tavsiye ederim.


Cafenin adresini şuraya bırakıyorum. Yolunuz Balat'a düşerse uğrayın derim :)

12 Kasım 2017 Pazar

İstanbul - Vefa Bozacısı - 2017 Kasım

Herkese Merhaba,

İstanbul'da yaşayan ama yıllardır hiç gitmemiş biri olarak geçenlerde Vefa'ya gittim. Tarihi dokusunu koruması sebebiyle çok hoşuma gitti ve eğer siz de benim gibi henüz gitmediyseniz gitmenizi öneririm. Sonuçta Vefa artık sadece İstanbul'da bir semt adı ahahahxsdjk. Kusura bakmayın ama Vefa yazısı yazıp bu bayat espriyi yapmasam olmazdı.



İlk olarak Tarihi Vefa Bozacısı ile başlamak istiyorum. Daha önce hiç boza içmemiş biri olarak tadını merak ediyordum. Nedense bana biraz şekerli gibi geldi ve yarısında tıkandım. Fındıklı ve leblebili versiyonlarını da denedim ve leblebili olanı en çok beğendim.



Bu arada içerisine katmak istediğiniz kuruyemişi bozanızı almadan önce dışarıdaki kuruyemişçiden almayı unutmayın.

Son derece kapitalist düşünerek neden direkt leblebili bozayı satışa sunmuyolar diye düşünmüştüm ama esnaf adabıymış ve bu durum çok hoşuma gitti.



Vefa Bozacısı Hacı Sadık oğlu İsmail Vefa 1876 yazıyor tabelada yani 141 yıllık bir tarihi var. İçerisinde sadece boza ve sirke satışı var. Dükkanın tarihi dokusunu korumuşlar bu durum çok hoşuma gitti. Ben pazar günü gitmiştim kalabalığın sebebi belki hafta sonu olmasıdır diye düşündüm ama öğrendiğim kadarıyla yoğun ilgi sürekliymiş. ama hızlı bir devirdaim olduğu için sıkıntı olmuyor.


Sonrasında ise Vefa Bozacısı'nın tam karşısındaki ünlü Sevda Gazozcusu'na uğradık. Bozanın üstüne gazoz olur mu demeyin oradan gazoz almadan gidemezdik :)



Sevda Gazozcusu'nun önünde her marka gazozu sergiledikleri raflar yapmışlar ve bu görüntü çok hoşuma gitti. Zaten önünde sürekli fotoğraf çeken instagramsever insanları görebilirsiniz.

Sevda Gazozcusu'nda memleket gazozları satılıyor. Memleketin her köşesinden çeşit çeşit markalarda gazoz bulabileceğiniz bir yer. Zevkinize, tercihinize göre size uygun bir gazoz mutlaka bulabilirsiniz.
Biz tercihimizi Huzur ve Neşe gazozlarından yana kullandık.




Hafta sonu ne yapsam diye düşünüyorsanız Vefa'ya uğrayabilirsiniz :)

17 Ekim 2017 Salı

Stefan Zweig ve Kitapları

Merhaba,
Stefan Zweig'e olan sevgimi her fırsatta söylüyorum bilen bilir. Her ay mutlaka onun kitaplarından en az birini de okuyorum. Bir Stefan Zweig yazısı yazmanın zamanı geldi diye düşündüm.
Bu uzun zamandır yazmak istediğim bir yazıydı ama yazarın kitaplarının büyük çoğunluğunu okumuş olmayı bekledim. Şimdiye kadar yazarın 11 tane kitabını okumuşum.
Okuduklarım şunlar:
-Satranç
-Korku
-Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
-Bir Kadının Yaşamından 24 Saat
-Olağanüstü Bir Gece
-Ay Işığı Sokağı
-Mürebbiye
-Bir Çöküşün Öyküsü
-Gömülü Şamdan
-Yakıcı Sır
-Amok Koşucusu



1981 yılında Viyana'da doğan yazar yahudi asıllı olması nedeniyle dönemin nazi baskılarını yaşamış ve eserleri yakılan eserler arasında. Yazarın biyografi alanında çok başarılı kitapları bulunmakta. Bunlardan en ünlüsü benim de aldığım ama henüz okuma fırsatı bulamadığım Üç Büyük Usta kitabı.

Felsefe ve psikoloji alanında aldığı eğitimlerin etkisini kitaplarında görebiliyoruz.
Benim yazarla ilgili en sevdiğim özellik bu sanırım kitaplarında sadece melankoli değil bir psikolojik durum ve tespitler dizisi oluyor.



Yazarın okuduğum ilk kitabı Olağanüstü Bir Gece idi. Ama yazarla yeni tanışacak birine hangi kitapla başlamasını önerirsin derseniz Amok Koşucusu derim. Hikaye kitapları içinde en sevdiğim Amok Koşucusu oldu. Her ne kadar Satranç kitabının kurgusunu ve heyecanlı temposunu sevsem de Amok Koşucusu ilk tercihim olur.



Yazarın bir kaç kitabını okuduktan sonra tarzının genel olarak aynı olduğunu görüyorsunuz. Büyük sürprizler veya şaşırtmacalar yok. Özellikle Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ve Bir Kadının Yaşamından 24 Saat kitaplarını peş peşe okuyunca aynı kitabı okumuş gibi hissedebilirsiniz. Ama inanın okudukça okuyası geliyor insanın.



Hikaye kitapları genellikle 70-80 sayfa kalınlığında hızlı okunan, taşıması kolay ve okuması keyifli kitaplar.
Son zamanlarda instagramın da etkisiyle yazar ve kitapları oldukça popüler durumda.



Bir çok yayın evi yazarın kitaplarını bastı. Benim tercihim İş Bankası Kültür Yayınları'ndan yana oldu size de tavsiye ederim.


Yazarla ilgili en ilginç şeylerden biri eşiyle birlikte intihar ederek yaşamına son vermiş olması bence. Nazi baskısına ve sürekli kaçarak sürdürülen bir hayata dayanamayarak intihar etmişler.


Gömülü Şamdan kitabında da yahudiler için kutsal bir nesne olan şamdanın hikayesini kendi tarzında anlatıyor.

Eğer henüz okumadıysanız Stefan Zweig kitaplarına bir şans verin derim :)

13 Ekim 2017 Cuma

#Temmuz-Ağustos-Eylül 2017 Ne Okudum Ne İzledim?

Tam düzenli olarak her ay ne güzel yazıyorum derken yaz aylarının gelmesi ve ramazan, bayram, tatil üçlemesiyle benim düzen bozuldu. Tam 3 aydır bloga yazmadığımı farkettim.
Yazmak istediğim çok konu birikti ama okuduklarımı düşündüğümde oldukça az kitap okumuşum :( Sıcak havada okumaktansa gezmeyi sevdiğimi anladım. Neyse ki sonbahar geldi ve kahve-kitap günlerimiz başladı :)

O zaman 3 aylık hızlandırılmış özete okuduklarımla başlayayım:

1) Korku - Stefan Zweig 8 / 10




Stefan Zweig kitaplarına olan sevgimi bilen bilir. Ama yazara olan sempatimden değil gerçekten beğendiğim için verdim bu puanı. Korku kitabında hikaye oldukça sürükleyiciydi ve karakterin duygu karmaşasını çok iyi anlattığını düşünüyorum.

2)Havva'nın Üç Kızı - Elif Şafak 5 / 10




Çok sevdiğim bir yakınımın hediye ettiği bu kitaba yanlış bir zamanda başladığımı düşünüyorum. Ramazan ayında başladım ve sıcak ve oruç nedeniyle pek okuyamadım. Kitabı bitirmem çok uzun sürdü o yüzden. Kitaba gelecek olursam; Elif Şafak'ın okuduğum 2. kitabı oldu. Daha önce Aşk'ı okumuştum ve çok beğenmiştim ama bu kitap hakkında yorum yapmakta zorlanıyorum. Ne tam olarak beğendim ne de beğenmedim diyebiliyorum o yüzden orta karar 5 puan verdim.
Kitaptaki kurguyu beğendim aslında flashbackler ile zamanda yolculuklar Aşk'tan da alışkın olduğum bir şeydi. 3 kızdan en çok Peri'nin hayatı anlatılıyor kitapta Şirin ve Mona' nın hikayelerine daha çok değinilmesini tercih ederdim.

3) Ay Işığı Sokağı - Stefan Zweig 7 / 10




Bu kitap da Stefan Zweig sevdiğimi bilen bir yakınımdan hediyeydi. İçerisinde 5 tane hikaye bulunuyor.
İlk hikaye kitaba adını veren Ay Işığı Sokağı tipik Stefan Zweig hikayesiydi ve beğendim ama sonuna gelince bir anlam veremedim. Okumak isteyenler olabilir diye spoiler vermek istemiyorum ama sonuna bir anlam veremedim. 2. hikaye olan Leporella'yı çok beğendim. Baştan sona oldukça keyif alarak okudum.
Geri kalan 3 hikaye de kısa hikayelerden oluşan Stefan Zweig kalemine alışkın olanların beğeneceği türden hikayelerdi.

4) Az Şekerli - Sait Faik Abasıyanık 6 / 10




D&R 'ın bir kaç ay önce düzenlediği 3 al 2 öde kampanyasından Sait Faik'in 2 tane kitabını almıştım. Bunlarda biri de Az Şekerli idi. Daha önce okul kitapları dışında yazarın hiç hikayesini okumamıştım. Yazarın hikayelerinin pek fazla bana hitap etmediğine karar verdim. Çünkü hikayeleri okuduktan sonra genel tepkim şu şekildeydi:
"Ee bitti mi şimdi bu ?"
Bu sebeple çok keyif alarak okuduğumu söyleyemeyeceğim.

Okuduklarım maalesef bu kadardı. Yaz ayları olduğu için kitaptan çok dergi ya da sosyal medya yazıları okudum sanırım.

Müzik tavsiyesi olarak ise son zamanlarda heerrrkess ama herkesin dinlediği Manuş Baba'yı yazıyorum. Yoktur ama hala dinlememiş olan varsa dinlemesini öneririm :)